06-12-2019, Saat: 04:44
Gözlerimi açtım, hastanedeyim. Serumdan hissizleşmiş olan ellerimi hafif hafif kıpraştırıyorum.
Başım çatlıyor. Ayağa kalkmak istiyorken aklım yatmaya devam etmemi söylüyor.
Ama ben kalkmak istiyorum. Onu görmek istiyorum, bir kez daha.
***
Gözlerinin içine bakıyorum şimdi. O gülümserken güneş öyle bir açıyor ki, hiç batmayacak gibi. Bir yandan da Ay'a küsmüş kadar kararlı. Öyle gülümsüyor işte arkadaşına. Onu seyrederken bir yandan da maziyi düşünüyorum. Bir yılbaşı gecesi karar veriyorum yazmaya. Hem soğuktan, hem de heyecandan titrek ellerimle tutuyorum telefonu. Ne yazsam diye düşünüp duruyorum. Saat 00:00'ı geçtikten sonraysa parmaklarım daha kararlı çıkıyor, yazıyorum ben de. O günden sonra o soğuk yılbaşı gecesi bir anda kendini yeni ve sıcacık bir sabaha bırakıyor. Kışın ortasında çıkan kıpkırmızı bir gül gibi aykırı, o gülün yaşaması kadar da imkansız hissettiriyor kendini. Tüm durumlara inkar edercesine yazışıyorum onunla.
Hala bakmaya devam ediyorum, aynı zamanda giderek yaklaşıyorum ona doğru. Arkadaşlarıyla yürümeye devam ediyor, ben de yaklaşıyorum. Hala uzakta olmama rağmen onun sıcaklığını hissediyorum. Yürürken saçına düşmüş birkaç poleni ayıklıyorum, saçlarının o ipeksi dokusunda gezdiriyorum bir zamanlar titrek olan ellerimi. Ona giderek daha da yakınlaştığımı, sıcaklığının tenimi okşayışını ve kokusunun burnumda nakşettiğini hissediyordum. O ve ben vardık, gerisi teferruattı..
Sonra bir şey oldu. Bir çocuk, onda hissettiğim tüm hislerin yerini boşluğa çevirdi. Onun sıcaklığı, yoktu. Kokusu, yoktu. Artık ben yoktum. Ben onu son durak sanmıştım, fakat o benim sol yanımı da alıp gitmişti. Onun sıcaklığı artık o çocuğunkiyle karışmıştı. Karların içinde aykırı olarak duran gül, artık çürümüş; soluyordu.
Çok sürmedi. O çocuk da benim gibi ayrıydı artık. Bense kendimi kaybedip onda bulmayı çokça zamandır unutmuştum, fakat sonra..
Sonra rüyalarımı yeniden süslemeye başladı o gülüşüyle. Ama artık o gül artık ölüydü, canlanamazdı. "Beni ne ara, ne de sor" diyişiyle ölmüştü. Elbette olmadı, yapılamadı. Artık sadece gülüşü kalmıştı, o saf ve tertemiz gülüşü. Sıcaklığı ve kokusunda üstüme sinmiş olan son demleriydi. Onu belki de kaybetmiştim. Fakat o hala orada bir yerlerdeydi, arada bir uğradığım bir durak gibiydi. Asla yolcusu olamadığım bir otobüsün durağı..
***
Komada gibiydim, hastaydı aklım. Bu yüzden bilinçaltım onca seruma ihtiyaç duymuştu. Onu her Aralık ayı bir yılbaşı gecesini tekrar tekrar hatırladığından dolayı yorulmuştu. Onun için son kez, sonsuza kadar denemek istiyordum. Her fırsatımda ona sarılmak, kokusunu sineme çekmek istiyordum. Ama yapamıyordum. Sadece uzaktan bakıyordum, yalnızca uzaktan. Kokusunu çekemeden, sıcaklığını tenimde hissedemeden; o güzel gülüşü hala beynimde anılarımı parlatıyordu sadece...
Başım çatlıyor. Ayağa kalkmak istiyorken aklım yatmaya devam etmemi söylüyor.
Ama ben kalkmak istiyorum. Onu görmek istiyorum, bir kez daha.
***
Gözlerinin içine bakıyorum şimdi. O gülümserken güneş öyle bir açıyor ki, hiç batmayacak gibi. Bir yandan da Ay'a küsmüş kadar kararlı. Öyle gülümsüyor işte arkadaşına. Onu seyrederken bir yandan da maziyi düşünüyorum. Bir yılbaşı gecesi karar veriyorum yazmaya. Hem soğuktan, hem de heyecandan titrek ellerimle tutuyorum telefonu. Ne yazsam diye düşünüp duruyorum. Saat 00:00'ı geçtikten sonraysa parmaklarım daha kararlı çıkıyor, yazıyorum ben de. O günden sonra o soğuk yılbaşı gecesi bir anda kendini yeni ve sıcacık bir sabaha bırakıyor. Kışın ortasında çıkan kıpkırmızı bir gül gibi aykırı, o gülün yaşaması kadar da imkansız hissettiriyor kendini. Tüm durumlara inkar edercesine yazışıyorum onunla.
Hala bakmaya devam ediyorum, aynı zamanda giderek yaklaşıyorum ona doğru. Arkadaşlarıyla yürümeye devam ediyor, ben de yaklaşıyorum. Hala uzakta olmama rağmen onun sıcaklığını hissediyorum. Yürürken saçına düşmüş birkaç poleni ayıklıyorum, saçlarının o ipeksi dokusunda gezdiriyorum bir zamanlar titrek olan ellerimi. Ona giderek daha da yakınlaştığımı, sıcaklığının tenimi okşayışını ve kokusunun burnumda nakşettiğini hissediyordum. O ve ben vardık, gerisi teferruattı..
Sonra bir şey oldu. Bir çocuk, onda hissettiğim tüm hislerin yerini boşluğa çevirdi. Onun sıcaklığı, yoktu. Kokusu, yoktu. Artık ben yoktum. Ben onu son durak sanmıştım, fakat o benim sol yanımı da alıp gitmişti. Onun sıcaklığı artık o çocuğunkiyle karışmıştı. Karların içinde aykırı olarak duran gül, artık çürümüş; soluyordu.
Çok sürmedi. O çocuk da benim gibi ayrıydı artık. Bense kendimi kaybedip onda bulmayı çokça zamandır unutmuştum, fakat sonra..
Sonra rüyalarımı yeniden süslemeye başladı o gülüşüyle. Ama artık o gül artık ölüydü, canlanamazdı. "Beni ne ara, ne de sor" diyişiyle ölmüştü. Elbette olmadı, yapılamadı. Artık sadece gülüşü kalmıştı, o saf ve tertemiz gülüşü. Sıcaklığı ve kokusunda üstüme sinmiş olan son demleriydi. Onu belki de kaybetmiştim. Fakat o hala orada bir yerlerdeydi, arada bir uğradığım bir durak gibiydi. Asla yolcusu olamadığım bir otobüsün durağı..
***
Komada gibiydim, hastaydı aklım. Bu yüzden bilinçaltım onca seruma ihtiyaç duymuştu. Onu her Aralık ayı bir yılbaşı gecesini tekrar tekrar hatırladığından dolayı yorulmuştu. Onun için son kez, sonsuza kadar denemek istiyordum. Her fırsatımda ona sarılmak, kokusunu sineme çekmek istiyordum. Ama yapamıyordum. Sadece uzaktan bakıyordum, yalnızca uzaktan. Kokusunu çekemeden, sıcaklığını tenimde hissedemeden; o güzel gülüşü hala beynimde anılarımı parlatıyordu sadece...